Kızını ve oğlunu yakın zamanda evlendirmiş olan Ayşe Teyze, Fatma Hanımla oturmuşlar sohbet ederler. Ayşe Teyze; “Kızım çok iyi bir insan evladına düştü. Kızımın elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyor, eşi eve hizmetçi bile tuttu, ne isterse ona alıyor, onu gezmelere götürüyor, kendi ailesine giderken de, kızımı bize gönderiyor, hatta zaman geliyor ki, kahvaltısını yatağına kadar getiriyormuş, Allah razı olsun, kızım çok rahat….” Peki oğlunun evliliği nasıl gidiyor sorunca Fatma Hanım, Ayşe Teyze “Ah ahretliğim, sen sorma ben söylemeyim, oğlum bir sütsüze düştü, oğluma etmediğini bırakmıyor. Evde hiçbir iş yapmıyor, hizmetçi tut ona yaptır diyor, her gün beni dışarıda yemeğe çıkar, değişik yerleri gezdir, her istediğimi al istiyor, oğlum aileme gidelim dese, sen annene git bende anneme gideceğim diyor, birde her sabah kahvaltımı yatağıma getireceksin demez mi!…” Ayşe Teyzeyi aynı olaylar karşısında bu kadar farklı düşündüren şey elbette bakış açısı, yani nazarıdır.
Nazar ve niyet öyle sihirlidir ki, hakkı batıla, güzeli çirkine, sevabı günaha dönüştürür, kalbeder. Her bir olaya, kişiye veya olguya baktığımız yer, bakış açımızın genişliği, taktığımız gözlük ve içimizdeki niyet o eşya veya olayın mahiyetini değiştirir.
Meşhur kıssadır; suyun başına gelmiş olan seyyah atını bağlayacak bir şey bulamayınca, oraya bir kazık çakar ve benden sonra gelenlerde atını bağlasın diye düşünür, hayır yapmış olur. Gece suyun başına gelen bir yolcu ise ayağı kazığa takılır ve düşer, oda kim bunu buraya çakmış, ben bunu çıkarayım da başkası da takılıp düşmesin der, hayır yapmış olur.
Yönetim dünyası da böyledir. Aslında her olay, kişi veya olgunun yatay ve dikeyde bütün noktalarını 360 derece (dünyanın enlem ve boylamları gibi) saran bir gerçekliği vardır. Yönetici, bir olayı bulunduğu yere ve uzaklığa, bakış açısının genişliğine, mevcut bilgilerinin ona taktığı gözlüğü, sahip olduğu niyete ve öngörüsüne göre bakar. Ona göre de değerlendirir, karar verir.
Gerçeği yüzde yüz görme imkânımız çok azdır. Ama yinede gerçeği görmek için, etrafında dolanarak bakmak lazımdır. Bir noktanın en az altı yüzü vardır. Sağı-solu, önü-arkası, altı-üstü… Olayın sağına soluna, altına üstüne, önüne arkasına, ne gibi şeylerin sonucu, ne gibi şeylerin başlangıcı olabilir diye bakmak ve ilişkileri kurmaya çalışmak lazımdır. Olay veya kişiler hakkında edinmiş olduğumuz bilgi veya deneyimler, o şeye baktığımız gözlüğümüzü oluşturur. Şayet bu bilgiler doğru değilse, eksikse ve taraflı ise gözlüğümüz gerçeği gösterecek netlikte olmaz, puslu veya derecesi küçük veya büyük olur. İçimizdeki niyet veya önyargı ise gerçeğin rengini değiştirir. Parlak ve aydınlığı, karanlık ve sisli; güzellik ve ferağlığı çirkin ve bunaltıcı hale getirir. Herkes kalbiyle bakar, aklıyla harcar ve her şeyi kendi aynasının netliğinde görür.
Yönetici sorumluluğu, en azından gerçeği birkaç kişiden dinlemesi ve görmesini zorunlu kılar. Tek taraflı bilgilenme, tek taraflı beslenme gibidir, size kilo aldıra bilir, ama sizi sağlıklı kılmaz. Yönetici gerçeğe, hiç olmazsa karşısındakinin makosenlerini giyip bir miktar yürüyerek karşıdan, bütünlüğünü görmek için yukardan, detayı anlamak için yakın plandan nazar etmelidir. Her yeni bakış açısı yöneticiye yeni imkân ve ufuklar açar.
Yöneticilerin niyeti halis, nazarı ferasetli olmalıdır, yoksa süreçler içerisinde parçalanır gider. Gerçek anlaşılmayınca, gönüllerin sultanı Fuzuli’yi anmak düşer. “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil”.
Not: Bu yazı 21 Aralık 2017 tarihinde Günebakış gazetesinde Nazar başlığı ile yayınlanmıştır.