Sağlıkta Dönüşüm Programı uygulamaları (2002-2012) sürecinde, sağlık hizmetlerine erişim, hizmet kalitesinde iyileşme, hasta memnuniyetinde artış yüksek oranda gerçekleşmişti. Böylece, Türkiye başarılı bir sağlık reformu örneği vermiş ve bu başarı diğer ülkeler ve uluslararası kuruluşlar tarafından da takdir edilmişti. Devam eden süreçte, Kamu Hastane Birlikleri uygulaması tedavi edici sağlık hizmetlerinde kısmen de olsa iyileşmeyi devam ettirmişti.
Ancak tüm araştırmalar, hekim ve sağlıkçıların bu uygulamalardan en az payı aldığını, hatta durumlarında pozitif yönlü pek bir değişiklik olmadığını gösterdi. Sağlık çalışanlarının iş yüklerinde, iş streslerinde, mesleki bilgi ve becerilerini yenileme ihtiyaçlarında artış tespit edilirken, mesleki özgüvenlerinde, mesleki gelecekleri konusundaki beklentilerinde, mesleki saygınlıklarında ve işlerinden elde ettikleri gelirlerinde bir değişme yaşanmadığı ifade edildi. (Bostan, Köse, Verimlilik Dergisi, 2016)
Aynı durum Kamu Hastane Birlikleri uygulaması sürecinde de devam etmiştir. Sonuç itibariyle, sağlık çalışanları dönüşüm ve sonraki süreçteki uygulamalardan en az kazanç sağlayan paydaş olmuştur. Sağlık çalışanlarının çalışma ortamlarının iyileştirilmesi ve iş yükü-kazanç dengesinin yeniden kurulması gerekmektedir.
Sağlık hizmetlerinin içine düştüğü “kolay ulaşılabilir, düşük kaliteli hizmet” tuzağından kurtulması için, öncelikle sağlık çalışanının durumunun iyileştirilmesi gerekmektedir. Sağlık çalışanlarının beklentilerinin başında, gerçek maaşlarının düşüklüğü gelmektedir. Her ne kadar performans gelirleri ile düşük maaş sorununa bir nebze katkı yapılıyor gibi görünse de, emeklilik haklarına bu durumun yansımaması en büyük sorun olarak görülmektedir.
Sağlık çalışanlarının performans gelirleri de yeterli düzeyde değildir. Uzun yıllardır, bu gelirler enflasyon artışları karşısında erimiştir. En azından enflasyon oranı doğrultusunda kayda değer bir değişim olmamıştır. Ayrıca, performans yapmak özellikle dahili polikliniklerde 70-80 hatta 100 hasta bakmakla mümkün olmaktadır. Bu durum hasta başına ayrılan zamanı ve hasta bakım kalitesini çok düşürmektedir. Kalitesizlik kısır döngüsünü kurmaktadır. Üstelik, tercih edilen doktorların özel hastanelere transferlerinin yolu açılmaktadır.
Sağlık çalışanlarının özellikle acil servis başta olmak üzere nöbet süreleri ve çalışma şartları çok ağırdır. Hastanelerde fiili durumda hekim başına, hemşire başına düşen hasta sayısı oldukça yüksektir. Günlük mesaide bir hekimin normalde 20, hemşirenin 4 hasta bakması gerekmektedir ki böylece gerçek bir sağlık bakım hizmeti verebilsinler. Türkiye gerçekleri belki bu rakamları doktorlarımız için 20’den 30-40’a, hemşirelerimiz için 4’ten 6-8’e yükseltse bile, gerçekleşme 70-80, 10-20 hasta düzeyindedir. Özellikle nöbet süreçlerinde bu rakamlar maksimuma çıkmaktadır. Nöbet sürelerinin uzunluğu, hasta sayılarının çokluğu hizmet kalitesini düşürmekle birlikte, hasta-çalışan çatışmasını da artırmaktadır.
Sağlık turizmi fırsatını yakalamak isteyen ülkemiz, öncelikle kendi insanımız için sağlık bakım hizmetleri kalitesini artmayı hedeflemelidir. Verilen hizmetin kalitesini artıracak olan hizmeti veren sağlık çalışanlarından başkası değildir. Sağlık çalışanlarının iş yüklerinin kabul edilen standartlara yaklaştırılması, özellikle emekliliğe yönelik özlük haklarının kendi düzeylerinde eğitim gören ve iş yüküne sahip olan diğer kamu çalışanlarıyla eşitlenmesine, maaşlarının makul şekilde iyileştirilmesine, yüksek performans düzeylerine kabul edilebilir iş yükü ve geliştirilmiş kalite standartlarıyla ulaşılabilmesine, performans gelirlerinin en azından yıllar içindeki enflasyon kaybının giderilmesine ihtiyaç vardır. Buna ek olarak, çalışma saatleri, özellikle nöbet uygulamalarında makul sürelere çekilmelidir. Belki vardiya sistemine geçilmeli, ayrıca esnek mesai uygulamasıyla sağlık çalışanları rahatlatılmalıdır. Bütün bunlar için yönetsel belirsizlik ortadan kaldırılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, hasta memnuniyeti, çalışan memnuniyetinin bir ürünüdür. Düşük çalışan memnuniyeti ile yüksek hasta memnuniyeti sürdürülebilir değildir.
Doç. Dr. Sedat Bostan