Her kurumun, işletmenin, bölgenin ve ülkenin gelişmesindeki ana tetikleyici unsur marifettir. Marifet; bilim, bilgi, hüner, uzmanlık, yetenek gibi anlamları olmakla beraber, tasavvufta; Allah’a hakikatiyle bilmek ve ona teslim olmak gibi anlamları da taşımaktadır. Çağımızda bilginin en büyük güç olduğu düşünüldüğünde, marifetin önemi bir o kadar daha anlaşılır.
İbn-i Sina bu gerçeği çağlar öncesinden bize, “bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder” diyerek hatırlatmaktadır. Bu söyleyişin altında, “bilim ve sanat insanlarını, teşvik edin, takdir edin, imkân verin, önlerini açın ki, onlar sizin kurumunuzda, işletmenizde, bölgenizde, ülkenizde yerleşsin ve orada yenilikleri yeşertsin ve sizleri çok büyük başarılara taşısın” anlamı yatar.
Marifet, Allah’ın insana verdiği bir yetenek, bilgi veya özelliktir. Bir lütuftur, hediyedir. Bu hediye sahipleri, marifetlerini geliştirerek, kendilerinin, toplumun, insanlığın geleceğinin ufkunu açarlar. Belki her marifet ufuk açıcı olmaya bilir, ama geliştirici veya sürükleyici olabilir.
Marifetli insanlar, biraz farklıdır, algıları, düşünceleri, giyimleri, yaşam tarzları ve davranış biçimleri… Bu farklılık çılgınlık, saflık, anti sosyallik, tuhaflık veya delilik gibi de algılanabilir. Bu nedenle dışlanma riskleri yüksektir.
Birçok ülkede şirketler, kurumlar ve yöneticiler marifet/ yetenek avına çıkarlar. Üniversiteye yeni girmiş mahir öğrencileri keşfetmeye, onlara burs vererek mezuniyetlerinde kendi işletmelerine bağlamaya çalışırlar. İşletmeler, kendi ilgi alanlarındaki bölümleri, akademisyenleri, mastır ve doktora programlarını takibe alırlar. Onları kendi Ar-Ge veya ilgili departmanlarına katmaya çalışırlar.
Kişilerin inançları, milletleri ve dünya görüşleri önemli değildir, marifetleri önemlidir. Bunun ne kadar önemli olduğunun hakikatini; birçok farklı ülkeden, inançtan ve milletten bilim insanlarının aynı koridoru, aynı laboratuarları, sınıfları ve aynı tartışma ortamlarını paylaştıklarını görünce ve bir konu üzerinde tartışmalarını dinleyince anlarsınız.
Böyle bir gelişmenin odağında olabilmek için, işletme yöneticilerinin öncelikle mahir olması gerekir. Marifetin önemini, ancak marifetten anlayanlar bilir. Birçok kurumun yapılanmasında marifet esas olmadığından, ne yazık ki marifetli insanlar, fırsat yerine tehdit olarak algılanırlar. Marifetli insanlar, üstündeki marifetsizlerin durumunu açığa çıkardığı için, onlara hak etmediklerini hatırlattıkları için ve belki de kendilerinin yerine aday görülebilecekleri için tehdittir.
Marifetlilerin tehdidini savuşturmak için değişik yöntemlere başvurulur. Mahirlerin çalışmaları için imkân tanımama, çalışma tekliflerini öteleme, projelerini reddetme, onları ilgisiz birimlere kaydırma, çalıştıkları birimleri kapatma, taşıma, açığını arama, hatta tehdit etme gibi…
Bilim insanlarımız, başarılarını başka ülkelerin üniversite ve laboratuarlarında kazanmaları bu durumla ilgili mi acaba?
Mevsim kış değildir, bahardır. Kurumlar, ehl-i marifete kucak açmalı, varlıklarını fırsat bilmeli, onları göçe değil, yerleşmeye, üretmeye teşvik etmelidir. Büyük kurumlar, küçük hesaplara feda edilmemeli… “Küçük olsun benim olsun” değil, “Büyük olsun hepimizin, insanlığın olsun” denmelidir.
Mecelle’deki gibi; Marifet iltifata tabidir, müşterisiz mal zayidir.