Makam Sevdası

Posted by: Sedat Bostan 6 yıl, 11 ay ago

İş dünyasında çalışanların hep ulaşmak istediği bir unvan, pozisyon, statü veya makam vardır. Bu unvan mühendis, hâkim, doktor, öğretmen, doçent, profesör gibi mesleki veya şef, birim sorumlusu, şube müdürü, daire başkanı, genel müdür, müşavir, koordinatör gibi yönetsel olabilir.

Unvanın kendisi bir üstünlük alametidir.  Aynı zamanda egomuzu okşayan bir sosyal statü, eğitim, kıdem, başarı farkı ve kazanç demektir. Elde etmek için yanıp-tutuştuğumuz, ismimizin başına gelen, adımızdan önce onu duymak istediğimiz, hatta emekli olsak bile yine o hitapla anılmayı arzu ettiğimiz, bazılarının kabir taşına bile yazdırdığı (sanki imam er kişi niyetine cenaze namazı kıldırmıyor veya toprak altında bir işe yarayacakmış gibi..) şey… Müdür Bey, Başkanım, Vekilim… 

İşletme/kurum içerisinde bu unvanların bir kısmı icra yetkisine sahip, örgüt hiyerarşisini oluşturan makamlardır. Alttan yukarı; ustabaşı, şef veya birim sorumlusu, şube müdürü, daire başkanı, genel müdür (COO), müsteşar, yönetim kurulu başkanı veya murahhas aza (CEO) gibi sıralanır. Bu kişiler kurumsal amaçlar doğrultusunda, kendi emrinde çalışanlara, planlar, emirler veya tanımlanmış görevler veya örgütsel teamüller çerçevesinde emretmek ve iş yaptırmak yetkisine sahiptirler. Bunlar arasında çapraz ilişkiler Fayol Köprüsü ile kurulabilir.

Birde kurmay yetki sahibi müşavir, danışman ve koordinatörler vardır. Onlar üst yöneticilere bağlıdırlar. Sadece kendi ofisi varsa orda çalışanlara emir verebilirler. Danışman ve müşavirler, adından anlaşılacağı gibi bağlı olduğu yöneticinin ona verdiği konularda raporlar hazırlamak veya yönetici bilgilendirmekle görevlidirler. Koordinatörler ise, mesela bir kalite koordinatörü, birimlerde kaliteyle ilgili yapılması gerekenlere yol göstermek, uyumlaştırmak için birim yöneticilerine tavsiyede bulunmak ve varsa eksikleri raporlayarak bağlı olduğu yöneticiye sunmak gibi işleri yapar. Bu unvanlar her ne kadar üst yöneticiye doğrudan bağlı olsalar bile, kendi veya o yönetici adına icra makamları veya birimlerine emir veremezler. Emir verme yetkisi, emir verdiği konuda imza atma yetkisi olanlarındır. Aksi durumda yönetimin yetki ve sorumluluğun denkliği ilkesi çiğnenmiş olur. Sorumsuz yetkililer oluşur, ortaya çıkabilecek sorunlarda, kendi sorumluluğunda işi yaptıran ve imza atanın defteri dürülür.

Unvanlar nadir, talipler çoktur. Çalışanların, özellikle erkekler dünyasının savaş alanıdır. Aslında unvanlar, kurumsal yapıda çalışanların aidiyetlerini ve motivasyonlarını artırır. Her çalışan eğitim, başarı ve kurumsal amaçlara hizmet eden süreçleri yaşadığında, daha üst bir unvanı elde edeceğine inanırsa, örgütsel gelişim sağlanır. Böylece işletme amaçlarına ulaşılırken, bu amaçlara en fazla katkı yapanlar ödüllendirilmiş olur.

Şayet unvanları elde etmekte, belirlenmiş bir kariyer planı, objektif kurallar, uygulamalar ve gelenekler yoksa veya yok sayılıyorsa… Bu unvanları elde etmek için acımasız ve kuralsız bir savaş yapılır, bir serveti yağmalamak, bir fethi gerçekleştirmek istercesine… Mevcut unvan sahiplerini o makamlardan indirmek, sonrasında da bu unvanları ele geçirmek gerekir. Bunun için, önce unvan sahiplerinin açıkları aranır, tuzaklar kurulur… Kurt-kuzu hikâyesindeki, kuzu aşağıda olmasına rağmen kurdun suyunu bulandırır. Sonra makamları elde etmeye sıra gelir, ideolojik, siyasi, coğrafi, akraba aidiyetleri, dava söylemleri, rüşvet ve bin bir çeşit nepotizm devreye girer. Benim eğitimim uygun olmasa da, deneyimim yetmese de, bilgi becerim yoksa da kimin kızından aşağıyım değil mi!...

Bir gün iki kişi tanışırken biri diğerine sorar sen ne iş yaparsın, unvanın ne? O da HİÇ der. Hiç olur mu? Senin ne? O’da; Ben şube müdürüyüm der. Ne olmayı umuyorsun? Şube Müdürü de sırayla, daire başkanı, genel müdür, müsteşar, hatta şansım yaver giderse milletvekili ve bakan bile olabilirim der. Daha sonra ne olmayı umuyorsun? diye Hiç tekrar sorar;  Şube Müdürü gayri ihtiyari olarak HİÇ der. İlk başta hiç olduğunu söyleyen taşı gediğine koyar, Bak ben senden kaç mertebe yükseğim… Anlayana…

 

Not: Bu yazı 4 Ocak 2017 tarihinde Günebakış Gazetesinde yayınlanmıştır.