Posted by:
Sedat Bostan
7 yıl, 2 ay ago
Kamu toplumun tamamına verilen addır. Toplumun zımnen veya fiilen toplu sözleşmeyle (Jean Jacques Rousseau) organize olmuş şekline ise devlet denmektedir. Dolayısıyla devletin veya devlete bağlı birimlerin toplumu temsil ettiği düşünüldüğünden, bu birimler kamu kurumları/işletmeleri diye adlandırılır.
Klasik teori devlete temsil, güvenlik, adalet, sağlık ve eğitim gibi görevleri yükler. Ekonomi alanında vergiler ve yasal düzenlemeler ile düzenleyici ve denetleyici rolü olsa bile asıl belirleyici değildir. Fakat Keynesyen teori, klasik teorinin aksine, kriz dönemlerinde talep yönlü devletin ekonomiye doğrudan müdahalesini öngörmektedir. Bu yaklaşım, kapitalist ülkelerde kamu işletmeciliğinin yolunu açmıştır.
Özel sektörün gelişmediği ve özel sektörün sermaye kapasitesinin düşük olduğu ülkelerde devlet, ekonomik yatırım ve işletmeciliğe soyunarak, iyice Marksist görüşe yaklaşır. Her ne kadar özel mülkiyet yasak olmasa bile, devlet ülkenin en büyük ekonomi patronu, işvereni ve üreticisi konumundadır.
Ortaya çıkan bu büyük ekonomik güç kamuyu vazgeçilmez bir iş kapısı, çalışma yeri ve en çok talep edilen konumuna getirir. Herkes bir şekilde kamuya girmek, anahtar uydurmak ve iktidarı elde ederek ekonomik güce kavuşmak ister. Bu nedenle siyaseten ve bürokratik olarak kamuda olmak arzusu, nepotizm dâhil her yolu meşru kılar. Üzerinde boğuşulan kamusal görevler ve işletmeler ortaya çıkar.
Belirli dönemlerde kamusal işletmeler ehil ve idealist yöneticilerin eline geçebilir ve başarılı yönetim uygulamaları sağlanabilir. Uzun vadede “miri malının çekiciliği” nedeniyle, yetenekleri dışında başka referansları güçlü olan kişilerin işbaşına gelmesi kaçınılmazdır. Bir dönem ayağa kaldırılmış kurumlar, bir sonraki dönem veya takip eden dönemlerde ekonomik değerini kaybeder.
Kamusal işletmelerin, özel kanunlarla korunmuş ve serbest piyasa rekabetinden muaf tutulmuş olmaları iflas etmelerini engeller. Ürettikleri ekonomik değerlerden daha fazlasını tüketir hale gelirler. Kamu işletmeciliğinin temel amacı olan sosyal fayda sağlamak ve zarar etmemek büyük ölçüde zedelenir. İşletmenin fayda üretme kapasitesi düşerken, değişik nedenler ortaya çıkan ekonomik olmayan istihdamlar, harcamalar ve verimli olmayan işletmecilik uygulamaları artar.
Zaman içinde öyle bir hal alır ki, bu işletmeler sadece kendi yönetici ve çalışanlarına sosyal ve ekonomik fayda sağlar hale dönüşür. Toplumun genelinin elde ettiği her hangi bir sosyal veya ekonomik fayda kalmaz. Tam aksine işletmenin zararları “görev zararı” kabul edilerek, toplumun üzerine vurulur. Her kamusal zarar, o hizmeti veya malı alana toplumun yaptığı katkıdır. Toplum sosyal alanlarda ihtiyaçlı kişilere katkı sağlamaya gönüllüdür, fakat ekonomik alanlarda çocuklarının rızkının başkasına aktarılmasını hoş karşılamaz.
Kamu işletmeciliğiyle istihdamı, üretimi ve işletmeciliği artırmak bir çıkış yolu olarak kabul görmemektedir. Girişimciliğin artması ve yatırımların çoğalmasıyla üretim ve istihdamın sağlanması daha çok kabul görmektedir.
Bu nedenlerle özelleştirmeler birçok ülkenin gündemi olmuştur, olmaktadır. Komünist Çin dahi özel sektör üzerinden kalkınmaktadır. Devletin klasik görevleri sayılan, sağlık, eğitim hatta güvenlik hizmetlerini bile, belirli sınırlar içerisinde, özel sektöre devredilmektedir.
Keynesyen ve Marksist teoriden ortaya çıkan sapma nereye gidiyor? Ülkeler yeniden klasik ekonomi görüşüne mi veya daha ötesine mi dönüyor?