İnsanın Yolculuğu

Posted by: Sedat Bostan 2 yıl, 9 ay ago

İnsan dünyaya atılmış değil, başıboş da bırakılmamış. İnsan dünyaya birçok açıdan gelişmek ve mükemmele yolculuk etmek için gelmiştir. İnsan dışında ki canlılar dünyaya genetik kodlarında yazılmış olan görevleri bilerek gelir ve bu görevleri mevcut çevre şartlarının uygunluğu düzeyinde icra ederler.

Örneğin, bir fasulye tohumu toprağa düşerse, ışık ve su bulursa hayata açılır ve ürünlerini verir. Bir hayvan bitkiden daha üstün bir hayat mertebesine sahiptir. Mesela, bir kurbağa yüzmeyi genetik olarak bilir. O kendi yaşam şartlarını oluşturmak için mevcut çevre şartlarını zorlar, ona gelmesini beklemeden, o kendi rızkı ve yaşam alanın peşine düşer. İçsel dürtü ve ilhamla varlığını sürdürür.

İnsan ise dünyaya geldiğinde çevresindeki her şeyin bilgisinden habersiz ve en cahilidir. Korunmaya ve öğretilmeye muhtaçtır. Bununla birlikte çok büyük bir öğrenme, öğrendiklerinden yeni bilgi ve varsayımlar üretme, yöntem ve malzeme geliştirme, çevresini anlama ve değiştirme yeteneğine sahiptir. İnsanın keşfetme hissi onu çevresini tanımaya yönlendirir. Çevresini tanıdıkça gidebileceğinin sınırlarını zorlar.

Bir ağacın sırrını çözmek istediği gibi denizin, uzayın sırrını da çözmek ister, bir bahçeye sahip olmak istediği gibi dünyaya da sahip olmak ister. İnsanın duygu ve cihazlarındaki sınırsızlık ve içindeki ebedi olmak aşkı onu diğer tüm yaratılmışlardan farklılaştırır. Elde etmek, biriktirmek, değiştirmek, dönüştürmek hissiyatları ve yetenekleri onu tahmin edilemez bir varlık haline getirir.

Öğrenme açlığı bazen varlığın ve kendi hakikatinin peşine düşmeyi getirebileceği gibi bazen de zevk ve arzularının tatmini, sahipliğini artırmanın aracına dönüşebilir. Bazen hak yolunda kendini helak eder, bazen de zevk yolunda kendini riske eder. Bazen ise hakkı gerçeği ve varlığın manasını ararken, yanlışı bulur, hak zanneder peşine düşer, ömrünü ona harcar, belki elde eder, koynuna saklar, bir yalanın peşinde kendini heba eder.

Dünya hayatını yolculuğunun birçok safhası yaşayan insan, yolcuğunun nerden başladığını, nerden geldiğini, nereye gittiğini ve sonun ne olacağını merak eder. Arayışları bunun üzerinden yapar. Her ne kadar anne rahminde bedeni dünyevi maddelerden yapılmış olsa da insan, bedensel varlığının ve hayatının daha fazlasıdır. Bedeni varlığı ve hayatı dünya hayatına başlamanın ön şartıdır. Bedensel yapılara entegre hisleri, akılı ve ruhu insanın bedenden daha fazla olan taraflarıdır.

İnsan bedensel varlığını, onun ihtiyaçları ve zevklerini tatmine yönelse, sadece bedensel varlıktan ibaret kalacaktır. Aklın, aşkın ve ruhun aşkınlığını yaşayamadan bu dünyadan göçüp gidecektir. Âdete geldikleri yerde görevlerine kendilerine talim edilmiş diğer canlılar, hayvanlar gibi. Çünkü onlar sınırlı yetenekleriyle tanımlı görevlerini yaparlar. Ya çok iyi koku alır, ya çok güçlüdür, ya süt verir veya bal yapar, beslenir ve neslinin devamını sağlar.

İnsan ise sınırsız akli, nefsi ve öfkesiyle hem kendine görev tanımlar, hem de tanımladığı görevlerin peşine düşer. Şayet insan çevresinde gördüğü hayvanlara bakarak, onlar gibi olmayı kendine görev tanımlamışsa, varlığını doğum ve ölüm arasına sıkıştırmışsa onların yaptığı işleri kendine görev edinmiş olur. Aklın enginliğini, duyguların derinliğini, var olmanın ve ebede uçmanın keyfiyetini kaybeder.

Bu nedenle insan, önce kendinin bedenden, bedensel ihtiyaç ve arzulardan daha fazla olduğunu kendi örnekleminde keşfetmelidir. Kendi arzu, istek ve yaptıklarının doğruluğu konusunda şüpheye düşmeli, kendini sorgulamalıdır. Sadece çevresini değil kendisini de sorgulayan insan, hakikatin işaretini almış olur. Kendini sorgulayan insan, yanlışlarını görmeye başlar, pişmanlıklar edinir, kendini kınar. Bu uzun bir yolculuğun başlangıcıdır.

Yanlışlarını, hatalarını gören, pişmanlıklarını biriktiren ve kendini kınayabilen insan, hatalarından dönmek, yanlışlarını düzeltmek ister, tövbe kapısını açar. Bu yeni bir mertebedir. Tövbe etmek, yanlışlarını ifade etmek insanın iç huzurunu artırır, hata yapmasını azaltır, diğer insan ve canlılara daha faydalı işler yapmaya başlar, her şeyden önce Yaratıcısı ve Terbiye edicisinin farkına varır. O’nu bilme ve tanıma ihtiyacını derinliklerinde hisseder. Allah’ı bildikçe ve andıkça kalbi ve ruhu tatmin olur, huzuru bulur.

Bu insan anlar ki her şey Allah’tandır, O’ndan gelmiştir ve O’na dönücüdür. Bu dünyada var olmasının amacı Allah’ı tanımak, O’na kul olma bilincine diğer varlıklarla bütünleşerek ulaşmaktır. Bu nedenle O’nun, yani Rabbinin rızasının peşine düşer. Artık karar ve eylemlerinde rıza arar, rızayı kendine mihenk yapar.

İnsan Rabbinin rızasını aradıkça ve O’ndan gelene razı oldukça, bir yerde Rabbi de insandan razı olur. Burada yeni kapılar açılır, artık sadece gözüyle değil aklıyla, gönlüyle, ruhuyla duyar, görür ve mükemmellik yolculuğu başlar. Bu yolun yolcuları bir mertebede Hızır, bir mertebe de Vezir olurlar, bilinmez…

Hayırlı yolculuklar…