Bu gün yine bir Ayşe Hanım hikâyesini sizlerle paylaşacağım.
Ayşe Hanım kronik hastalıklarının raporlu ilaçlarını hekimine yazdırmıştı. Oturduğu sokakta yeni bir eczane açılmıştı. “Bu kez de ilaçlarımı bu eczaneden alayım, yolumun üstünde” diye düşündü. Eczaneye girdiğinde içerde iki tane genç kız görmüştü. Bir tanesi onu karşıladı ve “Hoş geldiniz, ben eczacı Esra” diyerek kendini tanıtmıştı. Ayşe Hanım, elindeki ilaç kod numarasını içeren barkodu uzattı. Eczacı “Geçmiş olsun, bakalım ilaçlarına, kimlik numaranı da söyler misin?” dedi. Ayşe Hanım “teşekkür ederim” dedi ve çantasından nüfus kâğıdını çıkarıp eczacıya uzattı. Eczacı Hanım nüfus kâğıdını aldı, “İsterseniz şöyle oturun” diyerek Ayşe Hanıma yer gösterdi.
Eczacı bilgisayarda bir takım işlemler yaptıktan sonra ilaçların isimlerini okuyarak yanında çalışan genç kızdan ilaçları istedi. Genç kız, raflardan ilaçları seçerek buldu ve getirdi. Genç Eczacı, Ayşe Hanıma dönerek, “İlaçlarınız hazır Hanımefendi” diyerek Ayşe Hanımı yanına çağırdı ve başladı “Bu ilacı sabahları aç karnına almanız sizin için en faydalı, bu tansiyon ilacınız bunu sabahları tok alınız, ama mümkünse hep aynı saatte almanız etkinliğini artıracaktır. Bu ilacınız sizde açlık hissi uyandırır, onun için bu ilacınızı akşam yatmadan önce alınız ki, uyuduğunuzda açlık hissini duymayıp gereksiz yemek yemeyiniz...” diye açıklamalara devam etti ve ilaçların üstünü yazdı. Ayşe Hanım, genç eczacıya “teşekkür” edip eczaneden ayrıldı.
Ayşe Hanım bir yandan eczacının dediklerini aklında tutmaya çalışıyor diğer yandan “Ne varsa gençlerde var, baksana yeni mezun eczacı kızımız ilaçlarımı bana ne güzel açıkladı. Keşke bu idealizm ölmese… Şimdiye kadar ilaç alıyorum, en fazla bana ‘aç-tok, sabah, akşam’ alacaksın gibi açıklamalar yapıldı. İlacımı kimin elinden aldığımı da bilmedim. Hangi ilacı ne zaman almam, hangi ilaçları ve hangi ilaçlarla, hangi gıdayı birlikte almamam gerektiğini ve en önemlisi niçin ilaçlarımı öyle kullanmam gerektiğini bana açıklayan bu yaşıma kadar hiç olmadı.” diye aklından geçirdi.
Ayşe Hanımın yaşadığı normalde olması gereken bir tablo, ama birçok kez ilaç alırken bu tabloyu yaşamayı özlüyoruz. İlaçların hastalara detaylı açıklanmayışının tedavi etkinliğine nasıl yansıdığını sorgularsak, işte size çarpıcı bir-iki gösterge; birçok gelişmiş ülkede insanlar yılda ortalama altı-yedi kez hekime giderken, bizim dokuz civarında gitmemiz… Evlerimizin yarı kullanılmış ilaçlarla dolu olması…
Ülkemizde eczaneyi sadece eczacı olanlar açabiliyor, yasa koyucu bu düzenlemeyi yaparken ilaç önemlidir, bunun için eczacının haricinde kişiler ilaç işine karışmasın, hastalar doğrudan ilaçlarını eczacıların elinden alsın diye düşünmüş olmalı.
Eczanelerde, eczacılar kendilerine yardımcı olsun diye konuyla ilgili örgün eğitim almamış elemanlar çalıştırıyor. (Not: İki yıllık eczacı teknikerliği bölümü bir-kaç üniversitede açıldı ama nedense çoğalamadı.) Hastalar ilaçlarını çoğu kez bu elemanlardan alıyor. Eczacı ya ofiste veya denetler pozisyonda arkada ki bir masada veya kasa ve bilgisayar başında oturuyor veya eczanede olmuyor. Bazı eczaneler büyük ve müşterisi çok yoğun olduğu için zaten bir eczacı istese de hastalara yetişmesi mümkün değil. Yoğun eczaneler, bir veya daha fazla eczacı da çalıştırabilir. Yeni mezun eczacılar bu sayede işin uygulamasını bizzat yaşamış, deneyim sahibi olmuş olurlar. Hem her mezun, eczane açacak kadar sermayeye sahip değil. Muvazaalı eczanelerin zemini de ortadan kalkmış olur.
Ayşe Hanımlar, ilgililerden, en azından, akılcı ilaç kullanımı, milli kaynakların korunması ve tedavi etkinliğinin artırılması için “ilacımı eczacımın elinden, açıklamasını eczacımın dilinden almak istiyorum” konulu bir kampanyayı hak ediyor.